4 Eylül 2011 Pazar

yalancı tavuk göğsü

evde uzun zamandan beri yenilecek hiçbirşey yapmadığım için, zorlanıyorum malzemeleri bulmakta. hatta bazılarını aramaya üşendiğim için, almayı tercih ediyorum. un mesela, evde kilogramlarca un olduğu halde, yeni bir paket daha aldım. altı üstü ikibuçuk yemek kaşığı koyacağım. evde kimsenin olmamasını fırsat buldum bir yerde. uzun zamandır, uyumak, kitap okumak, işe gitmek ve nete girmek dışında pek bir aktivitem olmamıştı evde. bizimkiler geldiklerinde şaşırdılar biraz tatlı yapmış olmama. tarifi sağlam aşçılığı olan bir ev teyzesinden aldım ama, umarım şu an borcam tepsinin içinde yatan milkshake kıvamındaki sütlü sıvı dolapta koyulaşır. gerçi alışık bizimkiler ayarı tutturamamama, limonlu parfe yaptığımda da frizbiye benzemişti ortaya çıkan cisim. ama yemişlerdi, hevesim kaçmasın diye. bugün de yalancı tavuk göğsü yapmaya çabaladım. dedim ya, umarım kıvamı tutar. tavuk göğsünün yalancı olmayanını yapabilen kadınlar okursa bu postu, eminim ağırlık merkezleriyle çok gülecekler bana, daha yalancısını bile yapmayı başaramamama. ne yapayım, bu kadar geldi elimden, soğusun göreceğiz sonucu.
tarifte, sütle unu karıştırdıktan sonra, mikserle 10 dakika boyunca çırpın diyordu hamdiye teyze. ama, sorun mikserde mi bende mi bilemedim, üç dakika zor dayandım buna. eğer 7 dakika daha devam etseydim şekeri ilave edebileceğim bir süt-un karışımı kalmayacaktı tencerede. beceriksizliğimi farkettikçe, hamdiye teyzeyi kızgın kızgın bana söylenirken hayal ettim "sakın o tarifi benden aldığını söyleme kimseye, diyecekler kaç yaşında kadın yemek yapmaktan bihaber" tamam dedim, merak etme, tarifi rüymda gördüğümü söylerim, hamdiye teyzenin hayaline.
annem yetişti daha ben yarılamamışken, şaşırdı kadın. bugün bulaşıkları yıkamıştım, çamaşırları asmıştım ve tatlıyı yaptıktan sonra kahve yapacağımı bile söylemiştim. çok oluyordum artık, bu kadar faaliyet gösterince haklı olarak şaşırdı. kahvelerimizi içerken, karşı komşunun başka bir semtte evli olan kızının, onun arka sokağında bizim aradığımız tarzda bir ev olduğunun haberini gönderdiğini söyledi. sevindim, belki bu sefer dedim. çok uzun zamandır taşınmak istiyorum bu semtten zaten. yaklaşık 23 yıldır, yani doğduğumdan beri. hiçbir zaman ait hissetmedim kendimi buraya, sahiplenemedim de. sahi, benim ait olma ve sahip olma duygularım yok. normalde de böyle ama, buraya karşı ayrı bir soğukluk var içimde. babamsa, burada doğup büyümüş, şu anda da dedemden yadigar evde oturuyoruz. yarısı amcama hisseli. başta, tadilat yapalım dedik, sonra en iyisi yıkalım yeni bir ev yaparız, 3 ya da 4 katlı diye düşündük. ancak amcam (babamın aslında iki ablası ve bir erkek kardeşi vardı ama uzun yıllardır ben bir tek amcamın hayatta olduğunu varsayıyorum, halalarım yok benim keşke de yok oluverseler) eğer evi yaparsak mahkeme yoluyla yarısını alacağını söyledi. günlerce hararetli tartışmalardan sonra, bir sabah beni aradığında, tanımadığım insanlarla aile meselelerimi konuşmaktan hoşlanmadığımı ve bir daha beni rahatsız ederse, bu numaranın beni rahatsız ettiğini söyleyerek polise gideceğimi söyledim. gemileri yakmak hep kolay oldu benim için, çok kolay. böylece babamın hiç kardeşi kalmamış oldu gözümde, o da bunun farkında.
halalarım da böyle mevzular yüzünden kaybetti, bitmek bilmeyen hırsları doymak bilmeyen nefsleri yüzünden. çocukluğumdan hatırladığım çok şey var, onlar herşeyi yaptı, annem üzüldü, ezildi, hastalandı. aralarında babaannem de vardı ki, onu da ben 5. sınıfa giderken kaybettik. nitekim, ölmüş olmasına rağmen affedemiyorum, affetmeyeceğim. yaşım biraz daha büyüyünce, çocukluğumdan bugüne kalan hatıra parçalarını birleştirdim ve bu sefer, onlara meydan bırakmamaya karar verdim. yine, dedemin kendi ağzıyla paylaştırdığı üç kuruşluk miras yüzünden evimize kavgaya gelen iki halama, seyirci olarak katılan amcamın ve sinirden köpüren babamın gözleri önünde, bir daha bu eve gelmemelerini söyledim. benim için ölmüşlerdi, çoktan, ben küçükken, ancak o zaman dile getirebildim. 19 yaşındaydım. babam, haklı olduğumu ve hakkaniyetime güven duyduğu, fikrime katıldığı için, "kızının ağzına bir tokat patlatmayacak mısın, bizi kovdu" ifadesiyle gözlerinin içine bakan iki ablasına, çıkış kapısını gösterip mutfağa gitti, bir bardak su içip, çerezini alıp televizyon karşısına geçti. amcamsa, her zaman benim radikal çıkışlarımdan ve en son söylenecek sözü peşinen söyleyip köprüleri yıkmamdan çekinen, ufacık bir çıkışında onun bütün kusurlarını yüzüne vurup, aslında nasıl basit bir adam olduğunu hiç çekinmeden dile getirebilme potansiyelimden haberdar olan bir adamdır. gözlerinden öfke saçarak baktı o gece gözümün içine. ben de "çok ağırına gittiyse sen de defol git, kalabalık etme" sinyalini veren, soğuk, nefret dolu ve kararlı ifadeyle diktim gözlerimi. böyle durumda, karşı taraf saatlerce baksa gözümün içine kırpmadan bakarım ben de, ilk gözünü çeken insan olmayı sevmem.
eskiye, yaşananlara dair ne varsa bir bir aklımda ne yazık ki, halen hepsinden ilk günkü sıcaklığıyla nefret ediyor olmam çok güzel. affedici değilim, affedemem. onun yerine bitiriciyim, kurtulmak isterim. bugün yalancı tavuk göğsünü pişirirken, hep bunlar geçti gözümün önünden. aslında günlerdir bunu düşünüyorum, eskiden bu semtten taşınma ihtimalimiz hiç yokken şimdi birden bire %50 oluvermişti. hiç yoktan çok çok iyi bir ihtimal bu. şimdi, bu evde her dakikamı eskiyle, yaşananlarla ve tüm o hırçınlıkları, nefretleri, umutsuzlukları, huzursuzlukları yaşatan kişilerle hesaplaşarak, vedalaşarak geçiriyorum. iki zamanda yaşıyorum gibi birşey hem 18 yıl öncesinde, aklım olayları ilk almaya başladığında yani 5 yaşımda, hem de 23. yaşımda.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Sanırım yenisin. Yeni olman bir yana yazılarını çok sevdim. Yazmaya devam et. Tahmin edemiceğin sayıda insan okuyor yazılarını. Bazı yerlerde reklamların yapıldı. Neyse fazla konuşmıyım ben. Yazılarımı okursan mutlu olurum. Aramıza hoşgeldin...

oeskidendi dedi ki...

evet, yeni başladım yazmaya, ayrıca yazılarımı beğenmene sevindim. teşekkürler :)