10 Eylül 2011 Cumartesi

"çingen bohçası gibi zihnin var"

kafamda milyonlarca soru işareti, normalde tatil günüm olsa sabahın körü olarak nitelendireceğim saatte, müptelası olduğum pastanenin bahçesinde oturup, acı ve sert kahvemi içmeye başladım. milyonlarca soru işareti, hepsinin çengeline takılı bir soru kutucuğu hayal edin lütfen kafamda, çok komik görünürdüm değil mi? soru işaretlerim gözle görünmüyorken, kafamın içinde, çengelleri birbirine takılmışken, herşey karman çormanken yine de komikti beynimin içi. aklıma eskilerin söylediği bir laf geldi, "kedi enceğini kaybetse bulamaz" derler ya hani, aynen kafamın içinde kedi enceğini kaybetse bulamazdı. nedense sabahları bütün problemlerin çözülemeyeceğine, herşeyin daha da kötü olacağına inanırım, tuhaftır. zor gülümserim, kimseye günaydın demek istemem. her neyse, böyle kendi kendime kara kara, yavrularımı kaybetmişim gibi düşünürken gülmeye başladım halime! allahtan mekandakiler alışık gelgitlerime, deliliklerime onlar da güldü, hep beraber güldük, en sonunda susabildik. ha meseleler çözüldü mü, hayır elbette. soru işaretlerinden bir tanesi inatla gıdıklamaya devam etti beynimi, uymadım şeytana, uslu durdum.
elif şafak okumayı severim, en çok ta araf adlı kitabını sevdim. daha doğrusu araftaki ömer karakterini. ömer, zaman kavramını sevmeyen, dakika saat gibi zaman dilimleriyle işi olmayan bir karakterdi. dinlediği şarkıları tekrar tekrar dinler, hatta bazen yolda geçirdiği zamanı, evde geçirdiği zamanı bir şarkıyı kaç defa dinlediğiyle ölçerdi. hayatım boyunca, deli gibi özendiğim ama asla başaramadığım iş. sabah alarmım çaldığı andan itibaren, saate bakmadan bile yapmam gereken herşeyi (diş fırçalamak, makyaj yapmak, kahve içmek, evden çıkmak, işe gitmek) dakikası dakikasına aksatmadan yaparım. içimde biryerlerde otomatik birşeyler olsa gerek, ne bileyim belki de bir büyük boy çalar saat yutmuşum gibi. yorucu, bu derecede hayatı otomatiğe bağlamak çok yorucu.
bence herkesin, "çok ta fifi" başlıklı bir hayat felsefesi olsun, öncelikle de benim. her ne kadar, hiç önemsemiyormuşum zerre kadar umrumda değilmiş gibi görünsem de, içten içe kendimi yiyip bitiriyorum. o mesele çözülene kadar ölüp ölüp diriliyorum, hayatı hem kendime hem de en yakınımdakilere dar ediyorum. ufacık şeyleri bile kendime dert edindiğimi varsayarsak, ben sürekli dipmoral, mutsuz, bedbaht havalarda takılıyorum. hep parçalı bulutlu ya da fırtınalı, güneş yok. evet, iç daraltıcı oluyor ama, karakter değiştirtme ya da eski beni iade edip, çok ta fifi mantığını kavrayabilmiş yeni bir ben alabilme imkanı olursa, yapacağım, kendime söz.
takıntılıyım, takıntılarımdan arınmalıyım. insanın, olmazsa olmaz şeklinde alışkanlıklar edinmesi kadar saçma birşey daha yok değil mi? yani, hem kendim alışıyorum, hem sonra vazgeçemiyorum hatta ve de hatta gerçekleştirmezsem, bir an önce eyleme geçmezsem sinirlerim tavan yapıyor cinnet noktasına geliyorum. peki bunu kendime neden yapıyorum? o lanet olasıca rimel bir gün de yamuk dursun kirpiklerimde, beyaz tişörtümde minicik bir leke olsun bir gün ya ne olacak? yahut da, işe başlamadan evvel o sigarayı içmeyeyim sanki ne olacak. ama öyle değil işte, takılmışım, alışkanlık olmuş, sonra normal bir reflekse dönüşmüş o kadar çok şey var ki hayatımda, bazen kendime işkence ettiğimi düşünüyorum. sonra geçiyor ve takıntılı olduğum, artık reflekse dönüşmüş eylemlerden başka bir tanesini daha gerçekleştiriyorum. bravo!
aklımdakini söylemeyi severim, öyle toplumsal mevzularda nutuklar çekecek, kitlelere haddini bildirecek kadar değil. kitlelere liderlik etmek, başka gruplarla polemiğe girmek benim işim değil, işi olan ilgilensin bi zahmet de, bireysel arıza çıkartmak daha eğlenceli. topluluk içinde, herkesin laf söylemeye çekindiği kişi olabilmekten bahsediyorum. bazen, en son söylenmesi gereken lafı peşinen söylemek çok işe yarar. bazen de, lom sözlülükten dolayı insanın başına çok büyük dertler açılır. benim genelde hep büyük dertler açılmıştır başıma. olmayacak yerde olmayacak laflar söylemekten çok canımın acıdığını bilirim. nasıl bir duygu biliyor musunuz? açık bir yara düşünün, ciddi derinlikte, yeni törpüleyip sivrilttiğiniz tırnaklarınızı o yaraya geçirdiğinizi, sonuna dek bastırdığınızı hayal edin, işte öyle birşey. aklı selim olan, kendi kendine yapmaz böyle şeyler. deli tarafım akıllı olanı ele geçirdiğinde, şeytan kulağıma hoş hoş günahlar fısıldadığında oluyor böyle. birisi kontrolümü ele geçiriyor ve can acısı peydah oluyor.
çok vıdıvıdı ettim sanırım, kendimi çok anlattım bugün. belki de ihtiyacım vardı buna bilemeyeceğim. kendimdeki eksikleri ve kusurları biliyorum, en çok ta o yönlerimi seviyorum. karman çorman, kedi enceğini kaybetse bulamayacak kadar karışık olan bir akıla sahibim, kim bilir belki de yaratılış doğam buydu, böyle sürecek hayatım. ben küçücük dertlerin peşinden koşarken, sona erecek birgün yaşamım. çingen bohçası gibi zihnin var der hep ananem, belki de haklıdır.

Hiç yorum yok: