bana hikayeler anlat

günlerdir, kendi çabalarımla kurabildiğim düzenin yıkılmış olmasının şaşkınlığındayım. bir cenaze, hayatta güven duyduğum tek adamın herkese göre normal yaşında ölümü, bana göre daha uzun yıllar birbirimizin sesini duyarak yaşayabileceğimiz halde bizi bu kadar erken terketmesinin haksızlığı. ilkokul ikinci sınıftan beri, 8 yaşımdan beri sevdiğim tek adamın bizi yalnız bırakması. tekrar 8 yaşıma dönmüş, babamın sevgilisiyle kaçıp annemle beni bırakıp gittiği andaki yalnızlığı hissediyorum. şimdi ne yapacağız? korkusu. evde şu ana kadar duyduğum en ağır koku, ölümün ve yalnızlığın kokusu.
babam annemle beni terkedip gittikten sonra, dedemle birlikte kalmaya başlamıştık, gidecek bir yerimiz, güvenecek kimsemiz olmadığı için. dedemi o zaman hayatımızın kahramanı olarak görmüştüm, aslında o sadece tek kızı ve tek torununu korumak, sahiplenmekten başka birşey yapmamıştı. toplumsal kurallara göre, olası, olması gereken birşeydi. babamı pek sevmezdi, hatta ne yalan söyleyeyim hiç sevmezdi. ama gel gör ki, evladından vazgeçmesi, kopması için yeterli bir sebep değildi, onaylamadığı bir adamla evlenmesi. ilkokul 2. sınıftan beri, hep aynı çatı altında, dedemin korumasında yaşadık annemle. nedendir bilmiyorum, belki o yıllarda kapıldığım çocuksı öfkeden kaynaklanır, babamı hiç özlemeyeceğime, hiç sormayacağıma söz vermiştim kendi kendime. ve asla dedemden başka bir adama güvenmeyecektim, çünkü erkekler yalancıydı, sevmiyorlardı bizi, eğer sevseydi babam annemi ve beni bırakır mıydı?
ilk başlarda anlayamamıştım babamın annemi başka bir kadın için terketmesini. annem de bir kadındı sonuçta. şimdilerde bunu düşününce gülüyorum, herhalde babamın annemi bir erkek için terketmesi çok daha anormal olurdu. annem aslında bakımlı bir kadındır. şu anda 48 yaşında olmasına rağmen, kendine bakmaktan zevk alan, aynalara küsmeyen, teknolojiyi mevzu bahis cilt bakımı ve sağlıklı yaşam olduğunda gençlere taş çıkartacak derecede yakından takip eden bir kadın. her zaman spor yapar, sağlıklı beslenir, neredeyse aynı bedende giyiniriz annemle. böyle bakınca aslında, pek terkedilecek bir kadın değil dersiniz. aradan 16 yıl geçti babam bizi bırakalı, o zamanlar daha genç daha güzeldi. ancak, annem dehşet derecede kuralcıdır ve takıntılı bir kadındır. babamla olan evlilikleri ancak 9 yıl sürebildi, annemin kuralcılığı, dedemle anneannemin onu disiplinli ve güçlü bir kız olarak yetiştirmesinden gelir. ancak, aile sözü dinlemeyip 23 yaşında babamla evlenmiş, 24 yaşında, tam şu an olduğum yaşta da beni dünyaya getirmişti. ilk yıllar mükemmel olan evlilikleri ancak 9 yıl dayanabilmiş, annemin katı kuralcılığı ve disiplinli hayat tarzı yüzünden işler sarpa sarmıştı anlaşılan.
şimdi, dedemi kaybedeli iki gün olmasına rağmen bunları düşünüyor olmam da tuhaf, babamı düşünüyorum, babamın yüzünü hatırlamaya çalışıyorum ama ne ona karşı bir sevgi hissedebiliyorum, ne de yüzünü anımsayabiliyorum. en iyisi bırakmak diyorum kendi kendime, zaten son 16 yıldır görmediğim bir adamı hatırlamaya çalışmak saçma bir fikir. en iyisi, şu bilgisayarı açıp apar topar dedemin hastalığına yetişebilmek için döndüğüm İzmirdeki arkadaşlarımdan mail var mı diye bakmak olacak. cep telefonumu nereye koyduğumu hatırlamadığım için, kimseyle haberleşemedim 4 gündür. merak etmiş olabilecek insanlar vardır veya kimse merak etmemiştir bilemeyeceğim ama, bakmakta yarar var. tam tahmin ettiğim gibi, ev arkadaşım Mine onlarca mail atmış "Derin telefonun kapalı iyi misin?" "Derin nasılsın?" "Derin, maillerimi görünce beni hemen ara" gibi onlarca mailin ardından, "Derin işten izin alabilseydim eğer yanına gelip neler olduğuna bakacaktım meraktan çatlıyorum çünkü. ne cehenneme girdin ara beni artık!!!" eğer, Mine yazdığı mesajın ya da mailin sonuna üç ünlem koyuyorsa sinir krizi geçiriyor demektir, onu aramalıyım.
Mine'yi aradım, çünkü onun sesini duymaya ihtiyacım var, aslında yanımda olmasına ihtiyacım var ama, şimdi, bu halde annemi bırakıp gidemem, saçmalık olur. uzun uzun bana fırça atıp ne cehennemde olduğumu sormasından sonra, en kısa zamanda görmeye geleceğini söyledi ve eğer cep telefonumu bulamıyorsam, derhal bir tane almamı da ekledi. böyle saatlerce mail yazmamı beklemek istemiyormuş. Mineyle benzeriz birbirimize, alışkanlıklarımız, mutsuzluklarımız, özlemlerimiz hep aynı sebeplerden. bir tek, o babasını trafik kazası sonucu kaybetmiş, annesi de birbirimizi tanımadan birkaç yıl önce, Mine 17 yaşındayken vefat etmiş. Kanserden. onun acılarını, annesinin gözünün önünde nasıl sönüp gittiğini bilirim, gecelerce oturup şarap içtiğimizde biraz da şarabın etkisiyle birbirimize bütün kırıklıklarımızı anlatır, önce ağlar, sonra ağlayınca şişen gözlerimize bakıp güler yatıp uyurduk. Mineyle paylaştığımız, sadece bir ev değildi, yalnızlık, mutsuzluk, güvensizlik ve yarının gelecek olmasının korkusuydu. hayat bana bir sürpriz daha yapmış, dedemden sonra güvenebileceğim harika bir dost çıkarmıştı karşıma.
onu çok özlediğimi farkettim telefonu kapatınca, onun da dediği gibi uslu bir kız olup, gidip kendime bir cep telefonu satın aldım. neyse ki gsm operatörüm, telefonumu kaybettiğimi söylediğimde yedek bir sim kart çıkarttı bana, en azından numaraları tanımasam bile, hala aynı numarayı kullanıyordum. eve dönerken, annemin de havası değişsin, biraz olsun morali düzelsin diye, onun en sevdiği pastaneden havuçlu kek aldım. ve yemek yapmakla uğraşacak enerjimiz olmadığı için, pizza. eve döndüğümde, taziye ziyareti için, dedemin yakın ahbapları, iş yaptığı insanlar gelmiş, tatlı bir dinginlikle dedemi anıyorlardı. annem yine, çelik gibi güçlü olarak Harun SARPER'in kızına yakışacak şekilde, konuklarımızı ağırlıyor, metanetli görünmeye çalışıyordu. ama biliyordum ki, geceleri, odasına çekildiğinde ağlıyor, içindekini atmaya çalışıyordu. aslında ikimiz de biliyorduk, yalnızlığımızın farkındaydık, o da düşünüyordu "şimdi ne yapacağız?" diye ama, yansıtmıyordu işte, sadece cenaze günü birbirimize sarılıp deli gibi ağlamıştık, onun dışında yan yanayken hep güçlü durmaya çalışır, birbirimize güç vermek istercesine sessiz kalırdık.
bütün misafirlerimiz gittiğinde, saat de 22:00 civarlarıydı, mutsuzluğun ve gerginliğin verdiği huzursuzlukla iyi uykular diledik birbirimize annemle, Mine'nin sevgilerini ve selamlarını ilettim ve annem sıkıca bana sarıldı. sanki Minenin bahsi geçince tekrar izmire dönmemden korkmuş gibi, burada kal der gibi. bir tarafım annemi bırakmak istemiyordu, bir tarafım da burda kalmak istemiyordu. gitmem gerekliydi, ama aynı zamanda kalmam gerekiyordu. tüm bunları düşünmek için çok erken dedim kendi kendime, gideceksem bile, bir süre daha burada kalmam gerektiğini biliyordum ben de. "Hayat neyi gösterirse" dedim içimden ve sıkıca sarıldım anneme, onu öpüp odama gittim, uyumalıydım ve uyuyacaktım. 

Hiç yorum yok: