17 Eylül 2011 Cumartesi

bay doğru, bayan yanlış

çiftin tüm uyumsuzluğuna, aradaki karakter farklılığına rağmen bir ilişki bir yıl falan yürüyebiliyor bazen. ayrı zevkleri olan, tarzları, hayata bakış açıları farklı olan, içtikleri çay bile farklı olan iki insan, zıt kutuplar birbirini çeker mantığıyla birbirini çekebiliyor, bir ilişki başlatabiliyor. ancak, belli bir süre sonra ilişki girdaba dönüyor, içinden çıkılamayacak derecede ciddi problemler oluşuyor ve fırtınadan sonra hasar tesbiti başladığında, ilişki de bitiyor, bir aşkın daha muhasebesi yapılıp kar ve zarar paylaşılıyor. bugün, caddede bir mağazadan gelen müzik sesiyle eski ilişkilerimden birine gitti aklım. sevgilimle ortak tek noktamız ikimizin de aynı takımı tutuyor olmasından ibaretti. ah bir de unutmamak lazım, bir diğer ortak noktamız da, bizi o ana kadar yıpratmış olan bütün insanlara karşı nefretimizi, hırsımızın acısını birbirimizden çıkartmamızdı. futbolla pek ilgilenmediğim, soran olursa söyleyebilmek için takım tuttuğumdan bu konuda, sevgilim maç izlerken sessiz kalarak ona eşlik ediyordum ancak, eskilerin acısını çıkartma konusunda üzerime yoktu. eskilerden kalma bütün paranoyalarımızı, can acılarımızı, hayal kırıklıklarımızı birbirimize savaş açmak için sebep kabul eder, neredeyse üç görüşmemizin birinde deli gibi kavga eder, akşam olup eve gittiğimizde de birbirimize kur yapıp saatlerce mesajlaşarak barışırdık.
sanki iki adamla aynı anda birlikteydim, ama aynı bedende iki adam. yan yanayken bay doğru kesilen sevgilim, eve gittiğinde tam bir romeo oluyor, saatlerce mesaj atıyor o da yetmezse arıyor ve telefon kulağımıza yapışana kadar konuşuyorduk. hiçbir zaman anlam veremedim bu adamın yanımdayken başka benden uzakken başka oluşuna. çoğu zaman kendimde sorun aradım, acaba onu sinirlendirecek birşey mi yapıyorum diye. bazen kahveyi sütsüz ve şekersiz içmemden, onun çayı çok şekerli içmesinden bile kavga eder, eve dönünce unuturduk. tuhaf bir biçimde bu adam bana kavgadan sonra küs kalmamayı öğretmişti. illa ki barışıp uyuyacaktık.
ancak zaman ilerledikçe, onun bay doğru karakteri, beni sürekli bayan yanlış olarak görmesi iyiden iyiye ağır gelmeye başlamıştı. madem ki biz bu kadar takıyorduk birbirimizin karakterlerine, madem ki birbirimizi değişmeye zorlamadan sevemiyorduk, neden birlikteyiz diye sorgulamaya başlamıştım kendi kendime. neden bu adam peki? etrafımda, ondan çok daha iyi anlaşabileceğim onlarca insan varken neden bu arıza? ilişkiyi sorgulamaya başladığınızda, sonrasında eski tadı alamıyorsunuz zaten, birşeyler ufak ufak eksiliyor ve sonra da kör bir bıçak gibi kalıyor o aşk elinizde. ne aradaki bağları kesebiliyor, ne de zararsız duruyor. her an keskin bir yerine denk gelecek de, o anda herşey bitiverecekmiş gibi. her an yanımdaki adam, arkasını dönüp gidiverecekmiş gibi.
ben içimdeki bunca sıkıntıyla yanında otururken, onun kavga etme çabaları da boşa çıkıyordu son zamanlarda. evet, biteceğini hissediyordum ama, her sinirlendiğinde, kavganın, tartışmanın, öfkenin yüzü görüldüğünde aramızda, tuhaf bir biçimde susmaya başlamıştım. belki, olası ayrılığı biraz daha yavaşlatmak için, belki de sadece onun söylediği sözleri sonradan düşünüp haksızlık etti bana puşt diyebilmek için. ama eminim ki, en çok ta ufukta görülen ayrılığı yavaşlatmak içindi. zaman kazanmaya çalışıyordum, kendi içimde ilişkinin muhasebesini yapmaya başlamıştım, ayrılırsak, elimizde kalacak acılara bakıp daha da tatsızlaşıyordum. bay doğru da farkındaydı elbette bayan yanlışın mutsuzluğunun. o da, belki de bir an önce bitmesi için, daha fazla bu mutsuz yüzü görmemek için daha da üzerime geliyordu.
gün geldi, ayrılık dayandı kapıya. o gün evden çıkarken, iç sesim bağıra bağıra bugün bitecek bebeğim bu ilişki hazır mısın diyordu. buluşacağımız yere gidene kadar, ayrılık şarkıları dinledim. bittikten sonra, eve dönerken kesin ağlayacağımı düşündüm. derken, bay doğrunun yanına gelmiştim bile. iki tarafta da sessizlik hakimdi. ancak çok iyi biliyorduk, birimiz çıt çıkarsa bitecekti. belki vedayı biraz daha uzatmak için saatlerce oturup tek kelime etmedik. sanki, hiç konuşmadan ortak bir ayrılık kararı vermiştik de, birazdan seni özleyeceğim, dikkat et kendine deyip gidecektik yolumuza. üçüncü ortak noktamızı da keşfetmiştim, bizimle ilgili her konuda, aynı şeyleri düşünüyorduk. konuşmadan anlaşabiliyorduk.
ancak bay doğru, hayatımın en yanlış adamı olarak, aradan onca zaman geçmesine rağmen unutamayacağım bir şekilde veda etmeyi seçmişti. belki, ilişkimiz boyunca en ılımlı, en sevecen haliydi bu. hani, o an bitmesin dese, ne bitirmesi be saçmalama deyip unutacaktım olan herşeyi. gözümün içine bakarak, yüzümü ellerinin arasına alarak, "seni, sert ve keskin tavırlarımla daha fazla yıpratmak istemiyorum canım, anlıyorum, hissediyorum ki sen de bitmesi gerektiğini düşünüyorsun. belki son zamanlardaki sessizliğin bu yüzden, daha fazla kırmamak için. ama biz, birbirini yolda görünce nefretle bakan, birbirinden lanet okuyarak bahseden sevgililerden olmayalım, tadında bırakalım, ileride, kafamızı toplayınca bir merhaba demeye, arayıp dertleşmeye yüz bırakalım. çatışmalarımıza, kavgalarımıza rağmen, birbirimizi hep şefkatle analım." ve ardından alnımın kenarına ve saçıma kondurduğu birer öpücük.
zor tuttum kendimi, ağlamamak için. gel de ağlama ama dedim sonraları hep, biz kavga ederek bir ilişki yaşayıp, şefkatle ayrılanlardandık. bay doğru, hayatımın en yanlış adamı, doğru bir ayrılıkla aklımda yerini edinmişti bile. son kez sarıldık ve ayırdık yollarımızı. sonrası mı? her doğumgününü kutlarım, hayatında birinin olup olmaması önemli değil. tepesi attığında, canı sıkıldığında arar arada bir, bazen de kahve içeriz ikimiz de uygunsak. ve hala birbirimizin yüzüne bakacak kadar hatırımız vardır. bay doğru, bayan yanlışa gülümseyerek ayrıldı. bayan yanlış da bay doğruya ne zaman ihtiyacı olsa yanında olacağına söz verdi. şaka gibi! o güne dek biri söylese, eski sevgilimle dost olacağım masalına güler geçerdim.

Hiç yorum yok: