1 Ekim 2011 Cumartesi

dünya dönüyor; benim etrafımda!

bazen, hiçbirşey yapmak, hiçbirşey olmak en iyisidir. hani siz istersiniz ya mutlaka olsun, mutlaka birşey olun, yine de olmaz ya, kendinizi ifade ettiğinizden emin olduğunuz halde anlaşılmazsınız ya, böyle olması gerekiyor demektir. oturup ağlamanın, yakınmanın, aynı şeyi değişik cümleler kullanarak ifade etmeye çalışmanın pek bir manası kalmaz. neticede karşıdakinin anlayabildiği kadardır bu. eğer onun, algı ve idrak etme problemi varsa, bu sizi bağlamaz. bırakınız, olduğu gibi kalsın.
illa ki birilerinin birşeyi olmak gibi bir derdiniz olmasın. en nihayetinde, öncelikle kendinizin birşeyi olun, mesela en sevdiği. eğer, siz kendinizi herşeyden daha çok sevebilirseniz, diğerlerinin ne düşündüğü sizin için minik bir detay olarak kalır. başarırsınız, insanların hakkınızdaki yargılarını ve kesin hükümlerini önemsememeyi. ve hatta, o fikrini önemsemediğiniz insanlardan farklı, başka, algı düzeyi daha yüksek insanlar tarafından daha çok önemsenirsiniz hatta tanınırsınız. bazen, birine karşı çok dürüst, çok açık, çok net olmak, o kişinin illa ki sizi doğru tanımasını sağlamaz. dedim ya, o sizi nasıl görmek isterse öylesinizdir onun nazarında, ancak hayat denen oyunda, sizin kendinizi nasıl gördüğünüz ve nasıl hissettiğiniz daha önemlidir. ve bazen, birilerinin sizi tanıması için hiçbirşey yapmak yeterlidir.
halbuki ne kadar çok takılırız insanların bizi doğru tanıması, bizi önemsemesi, bizi birşeyi görebilmesi mevzularına. ne önemi var ki? bu, beklentilerimiz karşılanmadığı anda, büyük düşüşler yaşamamıza sebep olur sadece. inanın, hiçkimse düşmeye değmez. insanın, kendi kendisinin gözünden düşmesi kadar ağır olamaz. bu da, kendimizi benimsetmek için yaptığımız onca soytarılıkla, verdiğimiz tavizlerle çıkar ortaya. ne gerek var ki canım, neden ödün verelim? değecek mi? hayır yani, biz onca taviz verdikten, soytarılık ettikten sonra, madalya mı takacaklar, helal olsun mu diyecekler. hayır elbette. peki, kendi gözünüzden düştüğünüz anda, yaşadığınız büyük düşüşte kim yanınızda olacak? kim sizi toparlayacak? kendi yaralarınızı sarmak durumunda kalacaksınız, ağır aksak, sancılı dönemler gelecek ve, beklenen o müthiş son, en dibe vuracaksınız, en aşşağıya ineceksiniz.
halbuki, en baştan, Tanrı o kadar çaba sarfetmenize rağmen, o kadar oldurmaya çalışmanıza rağmen, hatta siz "kesin olacak" gözüyle bakarken oldurmayarak bir defa uyarmaz mı? ikinci denemede, işleri daha da yokuşa sürerek, pılınızı pırtınızı toplayıp oradan kaçmak için, size bir şans daha vermez mi? yol yakınken, gitmek, vazgeçmek lazım bazen. tıpkı yangından mal kaçırır gibi, tıpkı arkaya bakmadan uzaklaşmak gibi. korkaklık olarak adletmek mantıksız, hatta boş. çünkü, insanın en çok kendisi için korkması normaldir. kendinizden önce başkalarını düşünmek, ahmaklık değil midir? oturup, birinin gelip sizi üzmesini, kanatmasını beklemek kadar boş, saçma bir iş daha var mıdır dünyada. tıpkı, iki kişi size saldırdığında, kaçmayı denemek yerine, cenin pozisyonunu alıp, darbeleri önlemeye çalışmak gibi. hep acır ama böyle, çok acır. işe yaramaz, hayati uzuvları gizlemek, kanamanın, can acısının dinmesine. bazen, herşeyden vazgeçip, bırakıp gitmek en akıllıcasıdır. bırakın ne derlerse desinler.
insan bunları genelde, çok geç kaldığında, iş işten geçtiğinde öğrenir. bir nusubet, bin nasihatten hayırlıdır hesabı. ancak, oturup düşündüğünüz zaman, biraz ince eleyip sık dokursak, aslında dünyanın merkezinin bizim nefes aldığımız yer olduğunu görürüz. o halde, dünyayı kendi etrafımızda döndürmek en azından bunu hayal etmek varken, neden kendisini merkez olarak adleden insanların arkasında dönelim?

Hiç yorum yok: