2 Ekim 2011 Pazar

o eskidendi... diyebilmek için...

"burada oturup ta bana "neden ben?" sorusunu sorup, yakınma halinden. çünkü bir başkası senin kadar aptal ya da hayalperest olamazdı. gerçekleri gördüğünü söylüyorsun ama, havalarda yürüyorsun, ayakların yere bile basmıyor."

bu cümleleri dinlemek, evet bir bilir kişi tarafından "aptal" olarak nitelenmek, yo yo bu sefer yıkım değil, ağır gelmedi de acımsı bir tad oluşturdu ağzımda. sanki, sorumun cevabı, zehr-i zıkkımdan yapılmış şekerleme gibi önce ağzımı yaktı, sonra çürüttü bütün iç organlarımı. bir başka acı biterken, bir yenisi peydah oldu. sahi, ne yapıyordum böyle? hangi gerçekte yatardı bu düşündüklerim? kimin gerçeği, çok daha önemlisi. halbuki, hayattaki varoluş amacım bile belli, yaşamak evvela, sonra büyümek, üremek, üretmek... en mühimi de soranlara "iyiyim" demek. ama yok, iyi değilim ki, hem de hiç değilim. hangi iyi insanın, içinde düğümler kopar ve hayat zevk vermez. yaşayışımdaki kalitenin düşmesi, birçok insanın yaşamamdan zevk almadığını gösterir. halbuki, onlar için açtırdığım çiçekler de vardı...

insan olabilmek için, konuşmak, düşünmek, yaşamak, tercih yapmak mı gerekir? yoksa bunların çok daha ötesinde hissedebilmek mi gerekir? neyi hissedeceğimi, nasıl olacağını bilemez oldum. cevapsız sorularım, kendimden soğutan tatsızlığım, huzursuzluğum, telaşlarım... beni ben yapan bütün huylarımın bu kadar zor ve acınası olduğunu fark etmemiştim uzun zamandır. yarın uyanmak için illa ki bir sebep aramamıştım kaç zamandır? insanın kendi kendisinin ne halde olduğunu fark etmemesi gibi birşey, ne olacağını da bilememek gibi. belirsiz, keşkelerle dolu, yazıklarla süslenmiş bir öz geçmiş. halbuki satır aralarını okumak lazım değil mi? ne aşklar, ne başlangıçlar ve ne ayrılıklar... benden alınan bütün güzellikler bu satırların arasında gizli aslında. istemeden teslim ettiğim dünler, olup olmayacağından emin olmadığım yarınlar, her hatırladığımda "keşke" dediğim, sonra kendim için "yazık" dediğim yanlışlar.

yarınını bilemediğim gönül maceraları, yeni bir insanın sesini, tenini, saçının telini keşfetmenin heyecanı ve ihtişamı karşısında küçük bir çocuk kalbim. ben öyle yapamam, ne yarınını bilmediğim bir sevdanın masalını hayal edebilirim, ne de bir başkasının bu hayale iştirak etmesini diler yüreğim. bazen yürüyüp gitmek, uzaklaşmak gerekir böyle olunca. uzatmalara bırakmak, acıyı uzatmaktan başka ne işe yarar ki? insan bazen, olduğu yerde kalırsa kansere dönecek hücreleri atmalı bedeninden. bir başkasının, hızlı, çevik ve kurnazca bedeninde yer edinmesine müsaade etmemeli. kolaya kaçmak değildir bu, kaçıp gitmeli. işte bu yüzden benden başka kimse böylesine "aptal" olamayacağı için, belki de kendi kendime üzerine atladım bu maceranın da. kaçıp gitmem gerektiğini de öğrendim. şimdi satır aralarımdan, içimdeki güzellikleri ayıklayıp can vermeyedir çabam... buna da o eskidendi diyebilmektir tek umudum...

Hiç yorum yok: