30 Ağustos 2011 Salı

ben yine seninleyim, sen olmasan da

bu sabah da yanyana uyandım seninle... tabi ki hayalimde. yoksa, ne haddime seninle yan yana uyanabilmek. gözümü açar açmaz yanağına kocaman bir günaydın öpücüğü kondurabilmek. gerçekleşmeyecek, asla gerçek olmayacaksın, asla yanımda uyanmayacaksın, ağır ama gerçek işte. sana karşı bende olanların onda biri yok sende biliyorum. belki, bir gün olur diye ümid etmekten de vazgeçtim. ben, yokluğunun verdiği acıya da aşığım seninle birlikte, sen farkında değilsin.
unut demiştin, bensiz oldurmaya çalış, inan bana geçer demiştin. geçmedi, geçemedi... her sabah kamyon dolusu yükler alıyorum üzerime. yokluğun, sessizliğin, bazen yüzüme bile bakmaman canımı yakıyor. kendimi aptal liseli kızlar gibi hissediyorum. imkansız zırvalarına inanmazdım ben, her kadının istediği her adamı elde edebileceğine inanırdım. ihtimal vermezdim, mutlaka bir şekilde olur derdim. olmadı, olamadı. büyük konuşmuşum sanırım, şimdi söylediğim her lafın tonlarca ağırlığı altında eziliyorum. en çok ta, seni özlüyorum.
ilk ve son buluşmamızda gittiğimiz o mekana hiç gitmedim bir daha. kaç yıl oldu ki, sanırım 3. öyle değil mi? 3 yıldır o mekanın önünden geçerken bile içim sıkışıyor, organlarım birbirine çarpıyor, nefes alamıyorum, boğuluyorum, ölecek gibi oluyorum. nitekim ölmüyorum işte, belki bir anda ölebilsem bitecek, kurtulacağım. ama ne yazık ki, ne seninle olabiliyorum, ne de sensiz ölebiliyorum. artık benimle olacağına dair hiçbir umudum kalmadı, sadece yaşamak için, yaşamış olmak için yaşıyorum hayatı. seni zorla hayatıma dahil ettiğim günden beri kimseye bakamadım senin gibi, olmadı yapamadım. sevemedim yeni birini, içime sindiremedim.
ilk zamanlar, boşluğunu, yokluğunu her gece bir şişe şarap ve bir paket sigarayla doldurmaya çalıştım. çok ağladım inan, belki görseydin ağladığımı, bedenimdeki bütün suyu gözyaşı olarak akıttığımı, kuruyup öleceğimi düşünürdün. kurumadım, ölmedim yine. artık ağlamıyorum da. ağlamayacağım sanırım. artık aklıma geldiğin her anda, buruk, garip, yüzümde acımsı tat bırakan bir tebessüm yerleşiyor dudaklarıma. ne için gülümsüyorum bilmiyorum, belki de kendi aptallığıma. gözümün içine bakarak sevmiyorum dediğin anda seni kesip atmam gerekmez miydi? normali bu değil mi? ama o da olmadı işte. yapamadım. hani, çok insanları kesip attım kendimden, çok köprüleri yıktım, gemileri yaktım, arkama bile bakmadım da, seni koparıp atamadım hücrelerimden.
günden güne daha da soluyorum. bazen, kendi ayak seslerimi duymuyorum evin içinde. sonra, yüksek topuklu ayakkabılarımı giyip, parkelerin üzerinde dolanıyorum dakikalarca. derin derin nefes alip veriyorum, hayatta olduğumdan emin olmak istiyorum. aynada kendime bakıyorum saatlerce, bedenimin görülebilir olduğundan emin olmak istiyorum sanki. bazen günlerce evden dışarı çıkmıyorum, kimseyle konuşmuyorum, sonra kendi sesimi unutuyorum. acaba konuşma yeteneğimi mi kaybettim diyerek kendi kendime konuşmaya başlıyorum. kendi kendime seni anlatıyorum, masal gibi geliyor evet, kendimi kandırıyorum.
nasıl gülünmesi gerektiğini, nasıl güldüğümü, gülünce neye benzediğimi unuttum bak. en son, sanırım iki buçuk yıl önceydi, çok içtiğim bir gece zavallılığıma gülmeye başlamıştım kendi kendime. sonra, gülerken ağlamaya başlamıştım. sonra da ağlaya ağlaya sızıp kalmıştım. çok sigara içer oldum, belki sevgilim olsaydın kızardın bu kadar sigara içtiğim için. sevgilim olsaydın, bu kadar çok sigara içmezdim belki de, hatta bırakırdım tamamen. bilemiyorum şimdi, sevgilim olsaydınla başlayan cümleler kurmak, böyle hayallere dalmak istemiyorum. çok gerçek dışı, çok kandırıcı. kendi kendime bunu yapmak istemiyorum.

Hiç yorum yok: